BİTCOİN NEDİR
BLOCKCHAİN NEDİR
HABER İZLE
CANLI RADYO DİNLE
|
Hz.MEVLANA ILE SEMS
Mevlâna daha ilk gün:
— Ey Şemseddin Tebrizî, ey mânâ âleminin incisi, gerçi evim sana lâyık değil ama, sadık bir bendenim şimdi. Kulun nesi varsa efendisinindir. Bundan böyle bu ev senin; çocuklarım, oğulların ve kızlarındır, demiş, hizmetine koşmuştu.
Şems, Mevlâna'yı bir kere daha denemek istiyordu. Bir zamanlar Evhadüddin-i Kirmâni'ye yaptığı gibi Mevlâna'ya da şarap getirmesini söylemiş, Mevlâna herkesin hayret ve dehşet nazarları arasında Şems'in bu arzusuna boyun eğmiş. O zaman Şems:
— Biz seni tecrübe ettik, sen bizim tahminimizin de üstünde bir ermişsin. Meğer sen hiçbir ferdin taşıyamayacağı yükü. kılın titremeden omuzlayabilecek kâmil insanmışsın. Şende bu kudret ve tahammül varken, sana bu dünyada kimse denk olamaz.
diyerek şarabı döktürmüş, Mevlâna'ya sarılmıştı. Mevlâna ise birkaç günlük bir sohbetten sonra. Şems'in eşi bulunmaz bir mürşid olduğuna kanaat getirmiş, onda mutlak kemâlin varlığını, cemâlinde Allah nurlarını görmüştü.
Mevlâna'nın ev olarak kullandığı küçücük medresesi sırlanmış, aşk ve mânâ ile dolmuştu.
O güne dek, talebelerine ders veren bir müderris, camilerde vaazlariyle sevilen bir hatip, fetvalariyle şer'i müşkülleri halleden bir halk müftüsü olan Mevlâna Celâleddin, şimdi herkesten, herşeyden uzak, Şems'in sohbetiyle donanan aşk sofrasına bağdaş kurmuş, kana kana içiyordu.
— Doğu olsam, batı olsam, göklere çıksam, senden bir nişane bulmadıkça, dirilikten bir nişane bile yok bana. Ülkenin zahidiydim, minbere sahiptim, kürsüm vardı. Şimdi ise gönül kazası, sana karşı ellerini çırpan bir âşık haline getirdi beni!..
diyordu.
Şems, önce Mevlâna'yı mütalâadan, kitaplarından sıyırmıştı. Derler ki, bir gün medresedeki havuzun başına oturmuş, Mevlâna'nın kitaplarını birer birer suya atmaya başlamıştı. Bu sırada Mevlâna içeri girivermişti. Baktı ki. yıllarca göz nuru döktüğü kitapları birer birer havuza atılmış, havuz mürekkep deryası haline gelmişti. Bu kitapların arasında Belh'ten göçtükleri sırada. Nişapur'da Feriddün-i Attar'ın hediye ettiği "Esrarnâme" adlı eseri de vardı. Şöyle ki: Sulan'ül Ulema Bahaedin Veled, beraberinde henüz çocuk yaşında olan oğlu Mevlâna Celâleddin ve ailesi olduğu halde, Belh'ten göçerlerken Nişapur'da konaklamışlar,burada devrin büyük mutasavvıflarından Feridüddin-i Attar'la görüşmüşlerdi. Feriddüddin-i Attar. küçük Mevlâna'nın zekâ ve bilgisine hayran olmuş. "Esrarnâme" adlı eserinden bir nüsha hediye etmişti. Mevlâna. bu eseri defalarca okumuştu. Şems'in onu da havuzdaki suya atmasına gönlü razı olmadı. Şems bunu hisseder hissetmez, elini havuza daldırmış:
— Al istediğin kitap bu kitap değil mi? diye Mevlâna'ya uzatmıştı.
Hayret. Esrarnâme tozuyla duruyordu. Sanki bir havuz dolusu su içinden değil de, kütüphane rafından alınmıştı. Şems:
— Aşk ilmi medresede öğrenilmez, diyor, Mevlâna'yı okumaktan menediyordu. Hattâ babası Baha Veled'in "Maârifini bile okumasına müsaade etmiyordu.
Hele Mevlâna'nın çok sevdiği Mütenebbi Divânı'na kızıyordu.
— Mütenebbî de kim oluyor? O, senin atına seyislik bile edemez! diyordu.
Mevlâna. Şems ne derse onu yapıyor, her hareketinde Şemse uyuyordu. Oğlu Sultan Veled, onun bu halini şöyle tarif eder:
— "Ansızın Şemseddin çıkageldi. O'na ulaştı. Mevlâna'nın gölgesi O'nun ışığında yok oldu. Aşk âleminin ötesinden defsiz, sessiz bir sedadır erişti. Şems ona, maşuk halinden bahsetti. Mevlâna bilgisiyle nihayete ulaşmıştı. Şimdi ise yeni baştan başladı. Evvelce Mevlâna'ya uyulurdu. Bu sefer O, Şems'e uydu. Şems maşuk erenlerindendi."
O'nu da o âlemde mâşukluk cihanına davet etmiş, bu cihanda her ikisi de yanıp kavrulmuştu. Onsuz huzur bulamayan, neşesi kaçan Mevlâna, can gözüyle âlemi görmeye başlamış, aylarca başbaşa sohbet etmişlerdi.
Şems, Mevlâna'ya "semâ"nın zevkini tattırmış, O'nu bu yolda irşada başlamıştı. Semâ varlıktan sıyrılıp kendinden geçerek, mutlak fânilik içinde beka zevki almaktı. Semâ, âşığın gıdasıydı. Zira semâda sevgiliye kavuşmanın tatlı hayâli vardı. Bu vuslatın zevkini alan âşık. artık zaman ve mekân kayıtlarından kurtulmaktadır. Mesnevi'de "zamandan, zaman kaybından kurtuldun mu, keyfiyet kalmaz. Keyfiyetsiz Allah'a mahrem olursun" deniliyordu.
Şems, Mevlâna'yı, semâ etmesi için teşvik ediyor ve diyor ki:
— Semâ ediniz, Hakkı isteyen ve O'na âşık olanlar, semâ ettikleri zaman aşkları ve mânevi halleri çoğalır..
Çok eskiden beri, filozofların, mutasavvıfların, hattâ peygamber ve velilerin semâ ettikleri, semâ'da Hak'kı zikrettikleri biliniyordu.
— Semâ ediniz. Hakk'ı isteyen ve O'na âşık olanlar, semâ ettikleri zaman aşkları da yoktu. Âşık ve maşuk vardı. Yol eri, kendisine yol gösterene temiz bir itimatla bağlanır, onun izini izlerdi .Bu yolda bazan, âşıkla, maşukun hangisi olduğu dahi ayırt edilemez, ilâhî irşad karşılıklı olur, bu aşk remizlerle ifade edilirdi. İşte bu ilâhi aşk ve cezbe. Allah sevgisi, Mevlâna'yı da. Şems'i de kendilerinden geçirmişti. Bu cezbeyle semâ ediyorlardı. Feleklerin onlarla beraber her zerrenin güneş etrafında ilâhi bir cezbeyle döndüğü gibi. kendilerinden geçerek semâ ediyor, yalnız Allah'ı zikrediyorlardı. Şems:
|
|